Wednesday, 17 October 2012

7 Ekim ACT Jubilee Night Konseri’nden Aklımızda Kalanlar


Bu yazıda size tek bir konseri veya özellikle bir müzisyeni anlatmayacağım. Çünkü 7 Ekim günü olanları her zaman başımdan geçen müzikal maceralardan biri gibi anlatmak o günü biraz hafife almak olur. Aslında bugünü aylar öncesinden duyduğumdan beri bilinç ve bilinç altım beni yerle gök arasında devamlı hareket ettirmekteydi. Ama olur ya, bazen yaşadıklarınız hayallerinizi aşar. Geçtiğimiz pazar işte böyle bir pazardı. Konuyu bu hamaset stili ile bu abartı seviyeye taşıdığım şu satırlarda olanları daha da duygusal ve müziğin ruhuna da uygun bir şekilde sübjektif bir perspektiften ve kendi hayali dünyamdan anlatacağımı belirtmek ister futbol yorumu gibi bir şey bekleyenlerin ise kanalı değiştirmelerini tavsiye ederim. 

Sabah erkenden Ankara'dan İstanbul'a uçtum 7 Ekim’de ve hava limanından da doğrudan Arnavutköy'e uçarak vardım o pazar sabahı. Acelemin ve heyecanımın nedeni ise onunla görüşecek olmamdı. Sevdiği müziği, hayallerini gerçekleştirerek kurduğu ACT ismi altında üreten Siegfried(Siggi) Loch ile ACT Jubilee Night konseri öncesi yemek için buluşacaktık. Kafamı toplayıp bir soru listesi bile hazırlayamadım son ana kadar ama neyse ki telefonuma bir kaç not almıştım. Yine de tek bir konsantrasyonum vardı o da heyecanıma yenilmeyip gevezelik yapmadan onu dinleyebilmek. Becerebildin mi derseniz, hayır. Ne yapayım rol modelim ile karşı karşıyaydım, bana bir yol göster diyordum ona. 

Yılların tecrübesine, yaşanmışlıklarına, bilgisine ve duygusuna sahip Siggi Loch’u oldukça mütevazi ve sıcakkanlı buldum. Yani karşımda Arif Mardin, Nesuhi Ertegün gibi efsanelerle Warner Music firmasında çalışmış ve şu an ACT ismi ile Avrupa cazını yönlendiren bir insan yok gibiydi. Bütün o ağırbaşlılığın yanında müzikle, cazla, müzisyenlerle ilgili yaptığı her yorumla, aktardığı her anekdotla biraz daha büyüdü gözümde. Yalnız gelmemişti Siggi Loch, eşi Sissy Loch ile beraberdi. İkisi de çok beğenmişlerdi İstanbul’u. Yemeklerinden, şaraplarından ve sokaklarından bahsettik bol bol. Arnavutköy'ün manzarasına bakarken İstanbul'a aşık olduğundan ve en son 20 yıl önce geldiğinden bahsetti.

ACT’nin yaratıcısı ile yaptığımız sohbette kimi zaman eskiler hatırlandı kimi zamansa yeni yetenekler konuşuldu. Esbjörn Svensson konunun odak noktasındaydı uzun süre. Siggi Loch'a göre Esbjörn Svensson Trio döneminin en iyi triosu ve From Gagarin's Point of View albümü jazz tarihinin en önemli albümlerinden. Siggi Loch, Esbjörn'ü anlatırken hepimiz yutkunduk ve çocuklarından ve eşinden bahsederken Sissy Loch’un gözlerinden yaşların indiğine tanık olduk. "Çocuğum gibi görüyordum Esbjörn Svensson'u. O aramızdan ayrılınca ACT'yi kapatmaya karar verdim ama bir sürü yeni yetenek vardı. Özellikle Michael Wollny, gerçek bir dahi, bugün siz de göreceksiniz. Sırf onun için bile devam ettirmeliyim diye düşündüm." dedi Siggi Loch. Onun için ACT çatısı altındaki piyanistlerin yeri çok ayrıymış gibi geldi bana. Uzun uzun Vijay Iyer'den, onun son albümü Accelerando'dan ve Downbeat dergisine kapak olduğundan bahsetti. Genç yetenek olmasa da ACT ile yolları yeni kesişen Iiro Rantala'dan konuştuk. Harika albüm Lost Heroes'dan ve yeni yayınlanacak olan albümden bahsettik. Teknik açıdan ACT'nin karşılaştığı en geniş spektrumlu ve başarılı piyanist olabilir diyor Siggi Loch, Iiro Rantala için.

Konuyu biraz yumuşatmak adına Türk müziği deyince aklınıza ilk ne geliyor diye Siggi Loch'a sorduğumda bir kaç deneme yanılmadan sonra Burhan Öcal'ı bir yerlerde dinlediğini ve çok beğendiğini öğrendim. Konu buradan Arif Mardin ve Nesuhi Ertegün gibi Türklerin jazz dünyasına verdikleri inanılmaz katkılara geldi. Ben Siggi Loch'a sadece bir müzik hayranı olarak devam mı etmeliyim yoksa sence ben de inandığım müzik için daha önemli birşeyler yapabilir miyim diye sorduğumda işte o zaman jazz prodüktörleri tarihinin bizden birileri tarafından yönlendirilmiş hikayesini dinlemeye başladık. Nesuhi'nin son günleri. East West plak şirketi. Arif Mardin'in caz dünyası için önemi. “Bütün bu işleri yapanlar Türk, neden olmasın?” dediği anlar zannedersem benim için en önemli olanlardı. Bir özgüven geldi üstüme başıma, ileride hayatımı değiştirebilecek şeylerin tohumları beynime atıldı gibi sanki. Parayı çok ve en önde düşünen müzisyenlerle çalışmaktan ve müzik dinlerken başka bir şey yapmaktan hoşlanmadığını öğrendik. Sayın Siggi Loch, lütfen beni yanınıza alıp müridiniz olarak yetiştirin diyecektim ama tuttum kendimi. Bu güzel sohbetin ardından akşam konserde görüşmek üzere ayrıldık ve “Konser alanında sana bir sürprizim olacak.” dedi Siggi Loch bana ismimle hitap ederek. Rüya mı hayal mi derken ellerini sıkıp ayrıldım.

7 Ekim Pazar akşamı 20:30’daki The ACT Jubilee konserinden önce yine Lütfi Kırdar’da önemli bir konser daha gerçekleşti. Saat 18:30’da başlayan konserde Miles Smiles konseptinde sahnede birçok önemli ismi gördük. Miles Davis’in bestelerinin oldukça farklı ve güzel düzenlenmiş hallerini yine zamanında onunla beraber çalmış müzisyenlerden dinledik. Joey DeFrancesco’nun harika Hammond performansı dikkat çekiciydi. Yine de onu daha önceden North Sea’de dinleyen arkadaşımızdan daha iyidir aslında diye bir yorum kulağımıza çalındı. Harika solo performansı ile olduğu kadar düzenlemelerin ve performansın altyapısına can katan Omar Hakim akıllarda kalan müzisyendi. Bu konserde genel olarak Lütfi Kırdar Kongre Salonu’nun akustik kondisyonlarına bağlı olarak ciddi bir yansıma ve reverberasyon problemimiz vardı. Bu sebeple de genel etki istenildiği ölçüde değildi. Pazar gününün Fenerbahçe-Beşiktaş maçına denk gelmesi ile ilgili olabileceğini öğrendiğim böylesi ünlü müzisyenlerin konserinde salonun yarı yarıya boş olması sorunu ise beni çok ilgilendirmemekle beraber organizasyonun kendisini biraz sorgulaması için bir sebeptir diye düşünüyorum.

İki konser arasında, ACT Jubilee Night konserinden hemen önce Siggi Loch ve eşi ile Lütfi Kırdar'da karşılaştık. Siggi yemekte söz verdiği ve bana hediye etmek istediği Wolfgang Haffner'in henüz piyasaya sunulmamış Heart of the Matter albümünü de yanında getirmiş. Albümü aldığım andaki mutluluğumu tarif edemem.

Mükemmel geçen bir gün ve güzel bir konserle ısınmanın ardından o beklenen konserin anonsuna gelmiştik nihayet. ACT Family Band sahneye çıkıyordu. Hemen öncesinde Siggi Loch sahneye geldi. Çıkarken, sanırım yarısından fazlasını boş gördüğü salon birazcık moralini bozdu. Yine de 20 yıllık ACT hikayesini Nesuhi Ertegün ve Arif Mardin isimlerini de anarak bizlerle paylaştı ve geceyi onlara ithaf ettiğini belirtti. Gece ses düzeneğindeki mikrofonların sıkıntısı ile başladı ve tepelerde gezinen enerjimiz biraz hayal kırıklığına döndü. Bunun sebebi bana göre hem bir gece önce İsveç Malmö’de verilen ACT Jubilee Night konserinden dolayı müzisyenlerin geç gelmeleri ve ses kontrol yapamamaları hem de Lütfi Kırdar’da konserin hemen öncesinde Miles Smiles konserinin olmasıydı. Ama sahnede muhteşem Nils Landgren vardı. Neyi ne zaman nasıl yapacağını bilen ve sahnede müziği ile olduğu kadar karizması ile de dinleyicilerini etkileyen biri o. Bu işin de üstesinden geldi ve çok etkili bir giriş yaptı. ACT'nin, Avrupa'nın hatta bazen dünyanın çok farklı ülkelerinden topladığı sanatçıları ile oluşturduğu zenginliği anlatmak için çeşnili bir yemek tarifi yaptı. Bu sırada arkada sadece Lars Danielsson tanıdık bas tonu ile alıştığımız lirik melodiler yerine temel bir bas hattı çalmaktaydı. Devamında Nils'in davetleri ile davulcu Wolfgang Haffner, piyanist Michael Wollny, saksofonist Céline Bonacino, trompetçi Verneri Pohjola, vokalist Caecilie Norby ve gitarist Johan Norberg sahnedeki yerlerini aldı. Her yeni gelen sanatçı ilk parça Family Stew'in kendisine ait partisyonlarını çalarak sonunda sahnede bir bütün halini aldılar. Bu performansın hemen ardından normalde ACT Family Band’de gitarist olarak yer alan ünlü Vietnamlı müzisyen Nguyen Le’nin konsere katılamamasından dolayı diğer ACT Jubilee Night gecelerinden farklı olarak Nils Landgren ve Johan Norberg'in Chapter Two'dan hatırlanacak nostaljik çalışmalarından biri Get Here ikili tarafından icra edildi. Devamında ACT Family Band’den diğer ACT Jubilee Night konserlerine benzer olmakla beraber ilginç değişiklikler de içeren bir parça listesinde şu eserler çalındı; Verneri Pohjola’nın ACT’den 2012’de yayınlanan Ancient History albümünden But This One Goes in Four, Céline Bonacino’nun tek ACT albümü Way of Life’dan Zig-zag Blues, Wolfgang Haffner’in Shapes albümünden Silent way, Lars Danielsson’dan Hymn ve Pasodoble, Michael Wollny'den Lonely Dancer, Caecilie Norby’nin Arabesque (2012) albümünden
Bei mir bist du schoen, Dead Princess ve yine onun sesinden bir Joni Mitchell coverı Both Sides, Nils Landgren’in son albümünden Stars in Your Eyes

Sahnede sık sık değişen konfigürasyonlarda performanslar verildi. Nils Landgren güzel ve kadife sesi ile beklediğimden daha fazla parçada yer aldı. Bir gece önceki konser kaynaklı ve her hallerinden belli olan yorgunluğu uzun ve enerjik trombon soloları yapmasına engel olmadı. Lars Danielsson’un mimikleri, Nils Landgren’in trombon sololarında sonlara doğru devamlı kalkan kolları ve Michael Wollny’nin piyanosu ile dansı konserin ana merkezindeydi. Jubilee Night’ın bisten önce son olarak çalınan eseri yine müteveffa Esbjörn Svensson’un o unutulmaz 1999’da yayımlanan From Gagarin’s Point of View albümündeki en başarılı bestelerinden Dodge The Dodo parçası oldu. Özellikle parçanın girişinde Johan Norberg’in gitar introsu unutulmazdı. Michael Wollny çok önemli bir yetenek olduğunu bir kez daha piyano partisyonları eşsiz bu eserle ispatladı. Dans mı etti tuşlarla, piyano mu çaldı anlamadım. Gerçekten sinir bozucu bir organik bağ vardı elleri ve enstrümanı arasında. Kuzey Avrupa’lıları hatırlatan buz gibi de bir tonu. Dodge the Dodo ile daldığımız hatıralara biste devam ettik. Nils Landgren bis performansından hemen önce “şu an aramızda olmayan arkadaşımız” diye Esbjörn Svensson’dan bahsettiğinde salondan alkışlar yükseldi. 2003 Seven Days of Falling albümünde yer alan duygusal beste Believe Beleft Below’a Charlie Haden’in oğlu Josh Haden’in söz yazması ile ortaya çıkan Love is Real’i ana olarak Nils Landgren ve yan olarak Caecilie Norby’nin vokalinden dinledik. Verneri Pohjola trompeti ile baladı çalarken Caecilie Norby yere baktı, Nils Landgren ise gözlerini sımsıkı kapadı. Hayallere, isyana, hüzne ve melankoliye daldık.

Ve öylece bitti bu konser. Çıkışta birçok albüme imza alıp hepsi ile sohbet ettik. Neredeyse bütün albümleri vardır Nils Landgren’in ve Lars Danielsson’un bende ama tanışmak şimdiye kısmetmiş. Doya doya özlemimi giderdim. ACT firması ile olan duygusal bağım, blogum ve yazılarım sosyal paylaşım platformları sayesinde zaten birçok müzisyen tarafından bilindiğinden beni hatırlamaları kolay oldu. Sanki yıllardır tanıdığım insanlarla bir araya gelmiş gibiydim.

Mutluydum kısacası. Tek eksik Esbjörn Svensson’du, hayattayken tanışamadığım efsane. Ama onu düşünen, seven bu kadar insan bir araya gelince onun konserde sahnede, konser sonrası aramızda gezindiğini hissettim sanki. Hayal işte ama ne yaparsınız, insan ne hissederse onu yaşar.  

No comments:

Post a Comment