Bu yazı, Fazıl Say’ın Nazım Hikmet’in doğum günü 15 Ocak’ta Ankara Nazım Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi’nde Serenad Bağcan ile verdiği muhteşem “İlk Şarkılar” konserinin hemen ardından kaleme alındı. Fazıl Say’ın 20 yıl önce ülkenin çok önemli şairlerinin şiirlerini besteleyerek ortaya çıkardığı şarkılardan oluşan “İlk Şarkılar” albümü ülkemiz genelinde olduğu gibi Ankara’da da büyük ilgiyle karşılanmıştı. Zaten yaptığı tüm işlerde Türk dinleyicisinin ilgisini toplayan dünyaca ünlü değerli müzisyenin bu son eserine olan ilginin sonucu salon tıklım tıklımdı diyebilirim. Fazıl Say’ın da konserinde albümü yapmaya karar vermesine sebep olan o taksici ile sohbetinden aktardığı gibi, belki de sözlü müzikal eserlere ve şarkılara daha ilgili olan Türk Halkı ilk defa bu kadar farklı kesimleri ile besteci ve piyanist Fazıl Say’ı dinliyor diye yorumlamam sanırım yanlış olmaz. Fazıl Say, kendisinin de şarkı aralarında belirttiği üzere, yıllardır enstrümantal ve senfonik eserler ile Türk Halkı’nın ilgisi arasında bir köprü kurmak için çalışmakta ve bana göre bu konuda da oldukça başarılı. İşte bu sebeplerden, 15 Ocak akşamı Nazım Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi’ne Fazıl Say’ı dinlemeye gelenler sadece benim gibi kendisini yıllardır yakından takip eden klasik müzik severlerden değil, son şarkılar albümündeki müthiş bestelerin o karşı konulmaz çekiciliğine kapılan insanlardan da oluşmaktaydı.
Her ne kadar arasız olsa da, konseri iki parça halinde ele alabiliriz. İlk bölüm Fazıl Say’ın çok önemli solo performanslarına ayrılırken, ikinci bölümde "İlk Şarkılar" albümünü, piyanodaki Fazıl Say’a vokalde Serenad Bağcan eşliği ile dinledik.
İlk bölüm, Fazıl Say’ın 1999'da TELDEC firmasından basılan ve Kurt Masur yönetimindeki New York Filarmoni ile kaydettiği o eşsiz Gershwin albümünden Fazıl Say’a ait orkestra ve piyano düzenlemeleri ile dinleyebileceğiniz "Rhapsody in Blue" ve "Summertime" parçalarının solo piyano icraları ile başladı. Ben albümdeki "Rhapsody in Blue" düzenlemesini İstanbul Senfonisi’nin Ankara prömiyerindeki ilk bölümde Fazıl Say ve Bilkent Senfoni Orkestra’sından dinlemiştim. Solo performans gerçekten kaçırılmaması gereken türdendi. Kimi zaman sadece bir opera eserinin parçası olarak gösterilen, kimi zaman Dvorak'tan kimi zaman ise Wagner'in Tristan akorlarından esinlenildiği iddia edilen, George Gershwin'in kendisinin ise bir ninniye benzettiği ve günümüzde caz standartlarının en önemlilerinden biri olarak gösterilen "Summertime" da esleri ve hayalet notaları ile piyano virtüözümüzün bir çok hünerini gözler ve kulaklar önüne seren bir performans oldu.
Ardından Fazıl Say’ın "Ses" bestesini dinledik. Sonrasında, 2012 yılında BBC siparişi ile bestelenen ve aynı yıl Londra’da prömiyeri yapılan "Dört Şehir Piyano ve Viyolonsel Sonatı"nın son bölümü "Bodrum" çok etkileyici bir solo icra ile sunuldu bizlere. Fazıl Say’ın Türk Sanat Müziği’nden "Yıldızların Altında", Türk Halk Müziği’nden de "Uzun İnce Bir Yoldayım" melodilerine yer verdiği, caz düzenlemeler içeren ve kozmopolit Bodrum’u anlatan bu beste, orijinal düzenlemesinde viyolonsel ve piyano eşliğiyle verilen kavga finaline alternatif olarak Fazıl Say’ın daha önceden bildiğimiz Mozart ve Paganini’ye ait temalara yaptığı caz varyasyonlarla tamamlandı. Fazıl Say'ın cazı sevdiğini biliyorum. Sanat danışmanlığı yaptığı Antalya Piyano Festivali'ne 2012 yılında Brad Mehldau'nun gelişini, yine kulağıma ortak arkadaşlardan çalınan Brad Mehldau hayranlığına bağlamıştım. Bodrum'u dinledikten sonra ise Fazıl Say'ın doğaçlamadan fazlaca hoşlandığını ve belki de Türkiye'de aslolarak caz müzisyenlerinin yapması gereken çağdaş caz üretiminde de sorumluluğun önemli bir kısmını yüklendiğine karar verdim. Umarım Gershwin albümü ardından doğaçlamalar içeren ve belki trio düzeninde kaydedilmiş bir caz albümü dinleyebiliriz ileride Fazıl Say'dan. Öyle zannediyorum ki "İlk Şarkılar" ile Türkiye'deki en önemli Türkçe sözlü eserlerden birine imza atan Fazıl Say, kaydedeceği bir trio caz albümde de, klasik müzik eserleri gibi dünyaca ünlü olabilecek önemli bir albüm ortaya çıkaracaktır.
Solo bölüm, Fazıl Say’ın yakın zamanda Gezi olaylarında hayatını kaybeden gençlere ithaf ettiği "Kara Toprak" performansıyla sonlandırıldı. Fazıl Say’ın 2003 yılında Naive firmasından "Black Earth" adında çıkan ve aynı adı taşıyan albümün ilk parçası olan bu çalışma, Aşık Veysel’in aynı adlı ölümsüz eserinin ana teması üzerine yapılmış muhteşem bir solo piyano düzenleme. Fazıl Say’ın bir çok konserinde bis performansı olarak dinlediğim bu eser, 15 Ocak gecesi yine tarifi zor güzellikte icra edildi.
İkinci bölümde Fazıl Say’ın sunumuyla birlikte sahneye albümde hepimizi oldukça etkileyen Serenad Bağcan geldi. Albümdeki bütün parçalar farklı bir dizilimle ve zaman zaman albümde yer alan enstrümanların konserde olmayışı sebebiyle farklı düzenlemelerle icra edildi.
İlk olarak, Nazım Oratoryosundan da hatırlanabilecek olan, Nazım Hikmet’in yaşamının sonlarına doğru memleketinden uzakta hasret içinde yazdığı eşsiz "Memleketim" şiirine yapılan beste çalındı.
Sonrasında Fazıl Say’ın ailesi ile birlikte derin bağlarla bağlı olduğu, 1993 Sivas Katliamı'nda bu hayattan koparılan değerli şair Metin Altıok’un iki şiirinin kullanıldığı iki ayrı beste ard arda icra edildi: Fazıl Say’ın "Metin Altıok Ağıtı" adlı eserinde ilk parça olarak farklı bir düzenlemeyle yer verdiği "Düşerim" ve albümün en acı dolu şarkılarından biri olarak karşımıza çıkan "Bu Kekre Dünyada".
Serenad Bağcan, Fazıl Say’ın adeta heceler ile ifade edilebilecek çözünürlüğe sahip eserlerine, şaşırtıcı derecede uyumlu ve neredeyse tiyatral bir vokal eşlik sundu. Kendisi hem albümde, hem de bu canlı performansta ses tekniği çok iyi olan ve şarkılara duygu katmayı çok iyi bilen bir sanatçı olarak karşımıza çıktı.
Çok etkileyici üç performansın hemen ardından, Cemal Süreyya’nın aşkın ve hüznün iç içe geçtiği "Dört Mevsim" şiirinin bestesini dinledik. Bittiği anda kulağınızda devam ediyormuş gibi gizli güçleri olan şarkılar vardır. "Dört Mevsim" tam öyle bir şarkı işte. Şarkı bittiğinde salondaki sesler sanki bir süre havada ve ruhlarda asılı kaldı.
Sonrasında bin yıl öncesinden günümüze seslenen, 1600’lerde yaşayan Descartes’in “Düşünüyorum; o halde varım.” savını bile içeren, günümüzde üzerimize üzerimize gelen karanlığın müsebbiplerini de tasvir edercesine yazılmış ve adeta bir Ömer Hayyam Manifestosu olan "Akılla Bir Konuşmam Oldu" şiirinin mısralarına yazılan coşkulu şarkı kulaklarımıza ve ruhumuza seslendi.
Can Yücel’in hapisteyken Deniz Gezmiş için yazdığı "Sardunya’ya Ağıt" ve Pir Sultan Abdal’ın "Sordum Sarı Çiğdeme" sırasıyla çalınan diğer eserlerin sözlerini oluşturan şiirlerdi. Konser Orhan Veli’nin sihirli melankolisini çok iyi anlatan "Efkarlanırım" ve "İstanbul’u Dinliyorum" şiirlerinin ardından çalınan Muhyiddin Abdal’a ait "İnsan İnsan" için bestelenmiş şarkı ile sona erdi.
Sanırım konserin en etkileyici kısımlarından biri, Serenad Bağcan'ın, son şarkıyı, Fazıl Say'ın konserde Muhyiddin Abdal için kullandığı metafora uygun olarak, kanat çırpan bir melek gibi kolları havada söylemesiydi. Şarkının albümde Cem Adrian tarafından oldukça ince bir tondan icrası ile gerçekleştirilen giriş kısmının Serenad Bağcan'a ait hafif "reverb"lü performansı çok ama çok özeldi.
Konser sonrası salon, müzisyenleri uzun süre ayakta alkışladı. Fazıl Say'ın klasik müzik performanslarına kıyasla daha kısa ve daha az coşkuluydu alkış. Sanırım biraz da Fazıl Say'ın hızlı bir şekilde sizlere imza vermek için dışarıda olacağız gibi bir şey demesi ile de ilgili olarak bis gerçekleştirilmedi. Konser sonrası çok uzun bir imza kuyruğu oluştu. Özet olarak Ankaralılar 15 Ocak'ta iyi bir konsere tanıklık ettiler. Nazım Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi'nin büyük salonu iyi bir konser salonu olmaktan uzak; ama Fazıl Say konserinin ses tasarımının başarılı olduğunu söyleyebilirim.
No comments:
Post a Comment