Friday 17 January 2014

Aramak Bizi Ayakta Tutar, Magnus Öström Searching for Jupiter ile 18 Ocak'ta İKSV Salon'a Geliyor.


1993'te başlayan ve 2008'e kadar devam eden aktif Esbjörn Svensson Trio periyodu boyunca melankoliyi, tekniği, çalışkanlığı, mütevaziliği, uyumu ve dostluğu bir araya getirip sese ve müziğe dönüştüren üç güzel insanı tanıdı caz dünyası. Caz dünyası dediğime bakmayın; her şehre, her türden müzik dinleyen bünyeye aktı, bu hissiyatı yüksek İsveçli müzisyenlerin progresif rock, caz ve klasik müzik etkisi altındaki özgün besteleri ve performansları. Efsunu, sihri biz E.S.T. fanlarınca bir türlü çözülemeyen özgün yaratımın en saf ürünleri besteler, ruhların doğaçlamanın tedavi edici ellerine terk edildiği tansiyon delisi canlı performanslar ve her şey bittiğinde neyi nereye koyacağını bilemeyen çocuk saflığında yüzünüze bakan sizden bizden insanlar... 

Bütün bunlar Esbjörn Svensson'un 2008 yılındaki zamansız ölümü ile birlikte aniden durdu. Dinleyiciler ilahi bir duvara çarpmış gibi sarsıldılar. Cazın akışını değiştirmeye doğru koşan insan nasıl olurdu da 44 yaşında bir dalgıç kazasında ölüverirdi. Ama ölmüştü işte. Yapacak bir şey yoktu. Tıpkı üçlünün kendilerini topyekün doğaçlamaya emanet ederek albüm kayıtları yaptıkları ilk dönemin sonlarına denk gelen 2002 Strange Place for Snow albümündeki Behind The Yashmak parçasının devamlı yükselen tansiyonunun şarkının bir anda bitivermesi ile sona ermesi gibi, her şey en tepedeyken, daha da iyiye giderken bir anda bitmişti. Dinleyiciler, Esbjörn'ün ölümünden önce Sydney 301 stüdyolarında kaydedilmiş ve masterı bitmiş Leucocyte albümünü bir vasiyeti dinler gibi dinlediklerinde, eserin sıradışılığıyla bu büyük kaybın acısını daha da derinden hissederek yaşadılar. Devam eden süre zarfında da bir çok yeni hayran, onları kimi zaman ağlayarak, kimi zaman da evdeki en sert içkiyi önlerine çekerek dinlemeye devam etti. 2012 yılında sürpriz 301 albümü 9 saatlik Sydney kayıtlarından geri kalanlar olarak piyasaya çıktığında yine heyecanla geçtik CD ve plakçalar başına.

Bütün bu yukarıda anlattıklarım olurken E.S.T.'yi E.S.T. yapan davulcu Magnus Öström ve basçı Dan Berglund ne yapıyorlardı diye soran olursa şunları anlatabilirim: Bir kere ilk yıllar çok zor geçti. Bir anda düşülen duygusal boşluk ve çöküntü, hemen ardından gelen bir nevi iş kaybı, bakılması gereken aileler ve sürdürülmek zorunda olan bir hayat... Hem iyimser hem de kötümser bir laftır aslında: "Hayat devam ediyor." Etti de. Önce Dan Berglund, Tonbruket adındaki grubu ile 2010 yılında, sonrasında da Magnus Öström, ekibiyle 2011 yılında kendi albümlerini yapmaya ve yine ACT firmasından yayımlamaya başladılar. İlk albümlerin kaybı ve acıyı taşıyan albümler olduğunu söylemek mümkün. İsimlerinden açıkça anlaşılabilecek iki ağıt çıktı bu albümlerden: Song for E Dan'dan, Ballad for E Magnus'dan geldi. Magnus Öström'ün ilk albümü Thread of Life'da bu parça, Esbjörn Svensson Trio ile daha önce sahneyi paylaşan ünlü gitarist Pat Metheny ve eski dost Dan Berglund eşliğinde çalındı. Magnus Öström'ün albümünün daha yoğun bir hüzün dokusuna sahip olduğunu söyleyebiliriz. 

E.S.T hatırası bu iki grup İstanbul için çok özeldi. O kadar özeldi ki, Esbjörn ve arkadaşlarının o soğuk Kuzey Avrupa kışlarından birinde jakuzi keyfinden sonra, içeride gezinirken kendilerini bir anda karın ortasında bulmalarından sonra albümlerinden birine koydukları Strange Place for Snow adı dönüp gelip İKSV Caz Festivali'nin her sene Caz İçin Tuhaf Bir Yer konseptinde organizasyonlar yapmasına bile sebep oldu. Bu organizasyonlara her iki grup da katıldı. Tonbruket 2011 ve 2013'te iki albüm daha yayımladı. Dan Berglund ve ekibi yakın zaman önce Ane Brun'un konserinde çalmak ve Nubium Swimtrip adındaki kendi son albümlerinden parçalar da icra etmek üzere yine İKSV Salon'daydı. Magnus Öström ise 2011 albümünde yer alan ekipte piyano tarafında küçük bir değişiklik yaparak 2013'te son albüm Searching for Jupiter'i yayımladı. 2012 yılında Magnus Öström ekibi ile Sabancı Müzesi'nin bahçesinde ilk albüm Thread of Life'ı çaldı. İkiliyi bir arada gördüğümüz proje 2013 yılında E.S.T. Symphony olarak karşımıza çıktı ve ikili şehirler özelinde değişen line-uplarla Hans Ek'in düzenlemelerini orkestra eşliğinde çaldı. İstanbul da onlar için özeldi. Projenin Stockholm'deki dünya prömiyerinin hemen ardından gelinen ilk şehir yine festival kapsamında İstanbul oldu. Ekip Rotterdam'daki sıkı konserden sadece üç gün önce İstanbul'da da muhteşem bir konsere imza attı. 

Şimdiye kadar okuduğunuz bütün bu bahislere vesile olan sıradaki İstanbul konseri ise yeni albüm Searching for Jupiter turu kapsamında Magnus Öström, Daniel Karlsson, Andreas Hourdakis ve Thobias Gabrielsson tarafından 18 Ocak'ta İKSV Salon'da gerçekleştirilecek.

Magnus Öström'ün ilk albümdeki ağır melankoliyi yeni albümde bir kenara bıraktığını söylemek biraz zor. Çocukluk arkadaşını ve müzikal manada var olmasının sebeplerinden birini yitirmenin verdiği acıyla ortaya çıkan Thread of Life, Magnus Öström'ün hem gideceği yön, hem de E.S.T.'deki yeri hakkında bize biraz fikir vermişti. Trio'nun albümlerini dinlediğimde hissettiğim Magnus'un o progresif tarzı, zaman zaman icrasına dahil ettiği rock ritimleri, fusion eğilimi ve üçlünün genel olarak tansiyon ayarlarında aldığı rol ilk albümde gördüğüm ipuçlarından bazılarıydı. Özellikle bu albümün başlangıcı ile 2008 Leucocyte'de Magnus Öström'ün tahmin ettiğimden de fazla rol aldığını anlamıştım. Yeni albüm Searching for Jupiter ismiyle müstesna biraz daha umut dolu bir albüm olmakla birlikte melankoliyi, fusion etkisini ve progresif akışı yine içinde barındıran bir albüm. Albümün adı bir yerde bir arayışı simgeliyor. Anlamını, sebebini bilemese de hayatın ona yaşattıklarını anlamak için hala bir arayışta Magnus. Arayış belki de onu ayakta tutuyor. Jupiter Roma'lılarda bütün tanrıların kralı. Magnus her şeyin sebebi olanı bulamayacağını bilse de aramak istiyor belki de. Şiirle ilgili olduğunu bildiğim davulcumuz, işte bütün bu acıyı ve arayışı artistik bir bakışla ve bir şair inceliğinde çok sıkı bir albüme dönüştürmüş bence. 

Albüm adında ve yapısında Pink Floyd'un Dark Side of The Moon eserini bulunduran ilk parçasıyla progresif stilini gözler önüne seriyor: The Moon (And The Air It Moves). Bu parçayla birlikte E.S.T.'nin başarısının arkasında saat keskinliğindeki Magnus Öström vuruşlarının çok önemli bir rol oynadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak şunu da belirtmekte fayda var; ilk parçayla birlikte her ne kadar ilk albüme göre daha melodik bir albüm dinlemeye başlamış olsak da genel olarak üçlünün melodi departmanından sorumlu olduğunu düşündüğüm Esbjörn'ün yokluğunda beste anlamında hem Magnus'un hem de Dan'ın sizi hemen yakalayan ve uzun süre bırakmayan E.S.T. melodilerine pek yaklaşamadıklarını görüyoruz. Tabii bunda Esbjörn'ün üçlünün rock ve progresif stili içerisinde ekibi devamlı caz tarafına çeken ağdalı olmaktan uzak büyülü dokunuşlarının eksikliğinin de etkisi var.

İkinci parça Dancing at Dutchthread ile birlikte ilk albümden alışkın olduğumuz şarkıdan şarkıya ani duygu değişiklikleri ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu parçada ciddi bir özgünlük seziyorum. Bu özgünlük Magnus Öström'ün E.S.T.'nin davulcusu olmaktan çok kendi grubunun lideri olan ECHO ödüllü bir müzisyen olarak kendi sesini yakalaması ile ilgili.

Mary Jane Doesn't Live Here Anymore, örümcek adam ve sevgilisi metaforu ve yumuşacık melankolisi ile aramızdan zamansız ayrılan Esbjörn'ü hatırlatıyor bizlere tekrar.  Evet, Mary Jane artık burada yaşamıyor ama mutlu. Örümcek adam artık hayatına kaldığı yerden devam edebilir.

Albümle aynı adı taşıyan parça son derece agresif ve gizemli bir başlangıç ile dokunuyor algılayıcılarımıza. Searching For Jupiter, Magnus Öström'ün kendi özgün yolunda ilerlediğini gösteren bir diğer eser bence. Magnus'un inanılmaz hızlı hi-hat vuruşları ile biten ilk bölüm sanki büyük bir güce karşı koyuyor gibi. Andreas Hourdakis'in etkileyici gitar solosu ile o yüce güce boyun eğildiğini ve barış sağlandığını hissediyorum. Şarkının ana temasına dönen son bölümden hemen önce Rage Against The Machine çağrışımları yapan ritimler kulağımıza çalınıyor. Tabii bu parçada soramadan duramıyoruz tekrar: Magnus Öström'ün kaç kolu ve ayağı var?

Alacakaranlık kuşağı girişini andıran Hour Of The Wolf yalnızlık ve korku duyguları içerisinde. Parçadaki gizemli hava birbiri üstüne binen reverbler ile sağlanmış.

Through The Sun, albümdeki umut adalarından birisi. Piyano ve gitar ile taşınan ana tema neredeyse pastoral. Size çok tuhaf gelebilir; ama bir süre davul dışındaki bütün enstrümanları silin: Evet, Magnus Öström davuluyla neredeyse melodiyi çalıyor. 


Eğlencenin ve hüznün bir arada gezdiği Happy And The Fall'da piyanist Daniel Karlsson çok dikkat çekici bir performans sunuyor. Jules and Jim's Last Voyage parçası ismini Franz Hessel'in Jules and Jim kitabından ve aynı isimli filmden almış gibi. Gitarist Andreas Hourdakis'in havada asılı kalan minörleri ve basçı Thobias Gabrielsson'un kaderi andıran derin bas vuruşları bu psychedelic parçanın dikkat çekici unsurları.

Son parça adıyla ve bestesiyle beni 5 yıl öncesine götürmekte. Leucocyte albümünün, Ab Initio, Ad Interim(1 dakikalık boş kayıt), Ad Mortem  ve Ad Infinitum (Doğum, Yaşam, Ölüm ve Sonsuzluk) dörtlemesiyle gelen sonunun bir devamı gibi görüyorum bu parçayı. "Hayat Devam Ediyor"u hatırlıyoruz yine.

Evet hayat devam ediyor. Magnus Öström arayışı sırasında kim bilir daha ne albümler yapacak. Gelin hep birlikte bu güzel albümü Magnus Öström ve arkadaşlarından dinlemeye 18 Ocak'ta İKSV Salon'a gidelim.

No comments:

Post a Comment