Ankara'nın heyecanını anlayışla karşılamak lazım. Gerek yıllardır devam eden caz festivalinin doyurucu olmaktan uzak son programları, gerek bir süredir festival dışında geçen süre zarfında yıl içerisinde doğru düzgün caz performansının olmayışı, Kuzey Avrupa'dan sofistike müzikal birlikteliklerin 2013 Ekim ayının sonunda Ankara'ya geliyor olmalarını daha heyecan verici bir hale getirdi diye düşünüyorum.
Ankara Nordik Müzik Festivali, Altus Arts and
Culture tarafından 29,30 ve 31 Ekim tarihlerinde Cer Modern'de
gerçekleştirilecek. Bu sene ilk; ama organizasyonun festivale ilerleyen
yıllarda devam etmek istediğini biliyorum. Nordik İngilizce'deki
"Nordic" karşılığından geliyor ve bu tabir kuzey ile ilgili demek.
Kuzey Avrupa ile ilgili meselelerde sık sık kullanılan bu sıfat zamanla
sınırları tam da belli olmayan bir müzik türünü betimler bir hale de geldi.
Özellikle metal müzikle ilgilenenler Nordik Müzik dendiğinde sadece Kuzey
Avrupalı ünlü metal gruplarının kastedildiğini düşünebilirler ancak Kuzey Avrupa
ile ilgili hemen hemen her türlü müzik bu kapsamda yer alıyor aslında. Bu
seneki festival daha çok Nordik Caz Festivali olarak tanımlanabilir; ancak
gelecek senelerde organizasyondan öğrendiğime göre oldukça farklı türlerde
eserler veren isimleri de festival kapsamında görmek mümkün olacak. Altus'u
yakın zamanda yine Ankara'da ve Cer Modern'de düzenledikleri başarılı
sayılabilecek İbrahim Maalouf ve Dhafer Youssef konserleri ile
hatırlayabilirsiniz. Bu konserlere gösterilen talep oldukça yüksek ve Ankara
geleceği için umut vericiydi. Takdir edersiniz ki, organizasyonların konserlere
devam edebilmesi için konserlere yeterli sayıda seyirci gelmesi gerekmekte. Hem
Dhafer hem de İbrahim, Türk dinleyicisine organik bağlı melodilerle her zaman
talep edilen müzisyenler olmuşlardır. Nordik Müzik Festivali'nde durum biraz
farklı. Kuzey Avrupa, coğrafyası, insan profili, folk müzik dokusu ve yaşam
tarzı ile Türkiye'den çok ayrı bir yerde durmakta. Ama gelin görün ki,
programda yer alan müzisyenler özelinde, bu müzik türü hem albüm satışlarından
hem de şimdiye kadar defalarca İstanbul'da gerçekleşen konserlerden
görülebileceği gibi oldukça yeterli sayıda, özel, tutarlı, bilgili ve ilgili
bir dinleyici kitlesine sahip. Özellikle yakın zamanda, İKSV ve Akbank Caz'a
ait festival programlarının bu topraklardan ciddi sayıda isim barındırmaya
başladıklarını görebiliyoruz. Ankara'da Altus, bu işleri sanat kaygısıyla
yaparak Ankara'nın kültürel dokusunu yeniden canlandırmak için elini taşın
altına koymuş gibi görünüyor. Şu açıktır ki, müzik özelinde sanat, talep olanı
arz etmek kuralı ile çalıştığında bir tür hizmet sektörüne dönmekte ve sanat
takipçilerini popüler dünya trendleri ile baş başa bırakmakta. Sanata,
sanatçıya ve sanat severe hizmet ise sofistike, kaliteli işleri talebi az olma
tehlikesi içerse bile arz etmekle mümkün. Bu arz daha önceden bu tür işlere
bakir bünyelerde tahmin edilemeyecek talepler yaratabilme potansiyeline her
zaman sahip.
Ankara Nordik Müzik Festivali'nin programına hızlıca bakmak gerekirse; 29 Ekim'de İsveçli Lars Danielsson ve dörtlüsü, 30 Ekim'de Norveçli Tord Gustavsen ve dörtlüsü, 31 Ekim'de de yine Norveç'ten Beady Belle grubu sahne alacak. En başta söylediğim gibi sofistike müzik diyebiliriz bu festivalin ana teması olan müzik türüne. Yani basit anlatımla, güzellikleri ayrıntılarda gizli. Şimdi tam da bu sebepten gelin programın ayrıntılarına bakalım - önce tanımlamaları yapalım, sonra da müzisyenleri tanıyalım: Bir çok kriter göz önünde bulundurulduğunda belki de hiç bir ekibin yaptığına caz demek çok kolay değil aslında. Malumunuz, Avrupa köklü bir klasik müzik kültürüne sahip ki bu bir çok müzisyenin eğitiminin klasik tabanlı olduğu gerçeğini beraberinde getiriyor. Klasik eğitimin disiplinlerini tamamlayan müzisyenler genellikle doğaçlamanın büyülü dünyası ile karşılaştıklarında caz dünyasına adım atmaktalar. Cazın doğduğu topraklardan farklı olarak, Avrupalı müzisyenlerin kulakları ana akım caz ile olduğu kadar, Radiohead'den Nirvana'ya, Beatles'dan Björk'e rock ile, Bach'tan Bartok'a , Faure'den Satie'ye kadar da klasik müzik ile dolu olduğundan sonuçta gerçekten de sınırlarını belirlemekte güçlük çektiğimiz, bize "Caz nedir?" tartışmaları yaptıran bir müzik türü ortaya çıkıyor. Kuzey Avrupa Cazı'nı anlamak içinse bu tartışmaya, kuzey özelinde, basit ama derin melodilerle yoğrulmuş Kuzey Avrupa folk kültürünü de eklemek gerekiyor. Sonuç olarak bu müziği, doğaçlama temelinde hemen hemen her türlü melodik örgüden beslenebilen, lirik, enstrümanın, müzisyenler arası uyumun ve kompozisyonun nüanslarına yoğunlaşan, sese olduğu kadar sessizliğe de önem veren ve cazın "swing"ini üstü örtülü olarak işleyen bir müzik türü olarak tanımlayabileceğimizi düşünüyorum.
Ankara Nordik Müzik Festivali'nin programına hızlıca bakmak gerekirse; 29 Ekim'de İsveçli Lars Danielsson ve dörtlüsü, 30 Ekim'de Norveçli Tord Gustavsen ve dörtlüsü, 31 Ekim'de de yine Norveç'ten Beady Belle grubu sahne alacak. En başta söylediğim gibi sofistike müzik diyebiliriz bu festivalin ana teması olan müzik türüne. Yani basit anlatımla, güzellikleri ayrıntılarda gizli. Şimdi tam da bu sebepten gelin programın ayrıntılarına bakalım - önce tanımlamaları yapalım, sonra da müzisyenleri tanıyalım: Bir çok kriter göz önünde bulundurulduğunda belki de hiç bir ekibin yaptığına caz demek çok kolay değil aslında. Malumunuz, Avrupa köklü bir klasik müzik kültürüne sahip ki bu bir çok müzisyenin eğitiminin klasik tabanlı olduğu gerçeğini beraberinde getiriyor. Klasik eğitimin disiplinlerini tamamlayan müzisyenler genellikle doğaçlamanın büyülü dünyası ile karşılaştıklarında caz dünyasına adım atmaktalar. Cazın doğduğu topraklardan farklı olarak, Avrupalı müzisyenlerin kulakları ana akım caz ile olduğu kadar, Radiohead'den Nirvana'ya, Beatles'dan Björk'e rock ile, Bach'tan Bartok'a , Faure'den Satie'ye kadar da klasik müzik ile dolu olduğundan sonuçta gerçekten de sınırlarını belirlemekte güçlük çektiğimiz, bize "Caz nedir?" tartışmaları yaptıran bir müzik türü ortaya çıkıyor. Kuzey Avrupa Cazı'nı anlamak içinse bu tartışmaya, kuzey özelinde, basit ama derin melodilerle yoğrulmuş Kuzey Avrupa folk kültürünü de eklemek gerekiyor. Sonuç olarak bu müziği, doğaçlama temelinde hemen hemen her türlü melodik örgüden beslenebilen, lirik, enstrümanın, müzisyenler arası uyumun ve kompozisyonun nüanslarına yoğunlaşan, sese olduğu kadar sessizliğe de önem veren ve cazın "swing"ini üstü örtülü olarak işleyen bir müzik türü olarak tanımlayabileceğimizi düşünüyorum.
Bir Kuzey Avrupa Cazı düşkünü olarak açıkçası “müzisyenlere gelince” dediğimde heyecanlanıyorum:
29 Ekim’de
kontrbasta Lars Danielsson’u, piyanoda Yaron Herman’ı, gitarda John Parricelli’yi,
davulda ise Robert Mehmet Sinan İkiz’i dinleyeceğiz. Lars Danielsson’u İsveçlilerin caz dünyasına
kazandırdığı en değerli isimler arasında rahatlıkla sayabiliriz. Şimdilerde
Avrupa’nın en melodik kontrbas sanatçısı olarak gördüğüm Lars Danielsson, 1980’lerden
beri hem Amerikalı hem de Avrupalı çok önemli müzisyenlerle çalmakta ve albüm yapmakta.
Charles Lloyd, Jack DeJohnette, John Scofield, Mike Stern bunlardan sadece
bazıları. Melodik oluşunu aynı zamanda çok iyi bir viyolonsel sanatçısı olmasına
bağlamak mümkün. Uzun süreden beri Avrupa’nın önemli müzik firmalarından biri
olan Alman ACT’in en bilindik yüzlerinden biri. Sadece müzisyeni demiyorum;
çünkü Lars Danielsson, bu firma dahilinde yapımcılık işleri de
gerçekleştiriyor. ACT’den önce de ciddi sayıda albümde çalan Lars’ın
diskografisini ve “line-up”ında bulunduğu albümleri burada alt alta yazmak bile
koca bir sayfayı doldurur. Ankara’daki konser de en son ACT albümü Liberetto temalı
olacağından ben sizlere kısa kısa ACT albümlerinden bahsetmek istiyorum. Lars
Danielsson 2004 yılında Libera Me ile başlıyor ACT albümlerine. Daha çok
orkestral jazz diye tanımlanabilecek bir albüm Libera Me. Bazı beste ve performansların
dinleyiciyi kesinlikle bir oda orkestrası albümünde hissettireceğini söylemek
mümkün. Albüm ismini de Fransız besteci Gabriel Faure’nin ünlü eserinden
almakta. Özellikle albümün adını taşıyan parçada Lars lirik tarzını tüm
etkileyiciliği ile ortaya koyuyor. Bu albümün kadrosunda kimler yok ki: Jon
Christensen, David Liebman, Nils Peter Molvaer… Albümde Danimarkalı vokal Caecilie
Norby’nin de müthiş bir vokal performansı var. 2005 yılında gelen Melange Bleu
albümü bir öncekinden oldukça farklı. Piyano’da Bugge Wesseltoft’u ve gitarda
Eivind Aarset’i gördüğümüz albüm yoğun bir elektronik doku üzerine kurulu. Lars
Danielsson’un 2006 yılında İsveçlilerin bir diğer önemli caz müzisyeni ve ACT
yapımcısı trombonist Nils Landgren ve vibrafonist Christopher Dell ile beraber
doldurduğu Salzau Music On The Water ise Salzau Müzik
Festivali’nde tamami ile açık havada Salzau Saray Havuzu üzerinde kaydedilmiş. Oldukça meditatif ve pastoral bir
albüm.
2007 yılında gelen Tarantella ve 2009 yılında
yayımlanan Pasodoble sanırım Lars Danielsson’un ününün gerçek manada hem Avrupa’ya
hem de dünyaya yayılmasına sebep olan albüm. Özellikle Tarantella’daki Polonyalı müthiş
piyanist Leszek Mozdzer’in dokunuşu, Amerikalı genç davulcu Eric Harland’ın
organik ritim dokusu ve İngiliz fusion gitarist John Parricelli’nin katkısı Lars’a
uluslararası bir albüm kazandırdı diye düşünüyorum. Pasodoble ile ise Lars Danielsson sanırım kendisine en yakın piyanisti bulduğunu düşünerek Leszek Mozdzer ile birlikte
dinleyicilerine Avrupa Cazı’nın en sıkı duo albümlerinden birini sunmuş oldu.
Pasodoble Lars’ın konsere gelinmeden önce kesinlikle dinlenmesi gereken albümü.
Duo bir kayıt bana göre müzisyenlerin bütün performanslarını ortaya koyduğu tam
bir meydan okuma. Müzisyenin neyi, nasıl, ne kadar farklı çaldığını ve bir diğer
müzisyeni nasıl dinlediğini en rahat duo albümlerde görebilirsiniz. Lars’ın
bütün bu bahsettiğim albümlerinde dinlediğiniz muhteşem melodilerin bir çoğunu
kendi başına bestelediğini veya düzenlediğini düşünürseniz kendisinin aynı
zamanda nasıl önemli bir besteci olduğunu da fark etmiş olursunuz. Lars’ın
Leszek Mozdzer ve Zohar Fresco ile başka bir firmadan The Time adlı bir
albüme sahip olduğunu ve yakın zamanda bu albümün devamı niteliğinde olan
Polska’nın ise ACT’den yayımlanacağını hatırlatmak isterim. Lars Danielsson’un
Ulf Wakenius, Iiro Rantala, Wolfgang Haffner, Youn Sun Nah ve Caecilie Norby
gibi diğer ACT müzisyenleri ile canlı performanslar verdiğini ve albüm
doldurduğunu da söylemem gerekiyor. Özellikle dinleme şansı bulduğum
Ulf Wakenius ile olan duo konserlerinde hem ikilinin muhteşem uyumu hem de Lars’ın
efekt ve loop katkılı solo performansı hala aklımdan çıkmaz.
2012’ye
geldiğimizde Lars’ın en son albümü Liberetto’yu görüyoruz. Bu albümün en kritik
karakterlerinin başında Tigran Hamasyan geliyor. Caz ve etnik müzik kültürünü
müthiş bir teknik kapasiteyle bir araya getiren bu genç yetenek yaptığı her
işle caz dinleyicilerinin dikkatini çekmekte. Albümde davulda, piyanisti 5 sene önce aramızdan ayrılan efsane üçlü Esbjörn Svensson Trio’nun davulcusu
Magnus Öström var. Magnus, 2012 yılında ECHO tarafından Avrupa’nın en iyi davulcusu
seçilmişti. Tarantella’daki üflemeli katkısı Mathias Eick iken Liberetto’da Arve
Henriksen karşımıza çıkmakta. Lars dünyanın bir çok farklı yerinde Liberetto
albümü için konserler verdi. 2012 yazında İstanbul’da (piyanoda Yaron Herman’ın
olduğu) verilen unutulmaz Liberetto konseri de bunlardan biriydi. Bu sene bu konseri Ankaralılar da
dinleyecek. Konsere gelmeden Liberetto’yu dinlemenizde fayda var yani.
Gitarda albümdeki gibi John Parricelli olacak. John Parricelli dışarıdan bakıldığında “neden onun yerine bununla çalışmamış ki” dedirtecek kadar ekipte çalması ilk aklınıza gelmeyecek bir fusion gitaristi. Ama Lars’ın inanılmaz müzikal bilgisi, çevresi ve çeşitliliği sonucu bizlerden daha çok bildiği ve bu müzisyenle de inanılmaz iyi bir uyum yakaladığı ortada.
Davul’da Magnus’u izleyemeyeceksek olsak da, İsveç’te yaşayan ve bana göre en önemli davulcularımızdan biri olan Robert Mehmet Sinan İkiz’i Ankara’da dinlemek de büyük şans. Mehmet İsveç’te hem kendi kayıt şirketine sahip, hem Jacob Karlzon 3’ün davulcusu hem de Nils Landgren Funk Unit’in üyesi. Mehmet’i bu iki ekiple de dinledim. Teknik kapasitesi, çaldığı ekiplerdeki müzisyenler ile olan uyumu dikkat çekici. Kendisine ait “Checkin In” adlı bir albümü mevcut. Lars Danielsson’un bu üç müzisyenle vereceği konser ile ilgili beklentilerim çok yüksek.
30 Ekim’de Tord Gustavsen Quartet adı altında piyanoda Tord Gustavsen’i, davulda Jarle Vespestad’ı, basta Mats Eilertsen’i ve saksofonda Tore Brunborg’ı dinleyeceğiz. Tord Gustavsen Norveç’in en iyi piyanistlerinden.
Trio, quartet ve ensemble formatlarında olduğu kadar vokal sanatçıları ile de
albümlere sahip. Tord Gustavsen, Avrupa’nın başka bir önemli müzik firması olan ECM’in
en önemli müzisyenlerinden. ECM firması ile olan hikayesi 2003 yılında triosu
ile çıkardığı “Changing Places” albümü ile başlıyor. Sonraki yıllarda yapacaklarını
ortaya koyan, sessizliklerin üzerine kurulu ve ayrıntılarla kaplı naif bir
albüm “Changing Places”. Basçı Harald Johnsen ve davulcu Jarle Vespestad’tan
oluşan üçlüsü ile yaptıkları 2004 yılındaki “The Ground” ve 2007’deki “Being
There” de bu paralellikte albümler. Albümlerindeki bütün bestelerin sahibi olan
Tord Gustavsen’in bence bu üç albümden rahatlıkla anlaşılabilecek özelliği üstünüze
sürprizlerle gelmeyen, organizmanızla neredeyse yapısal olarak uyumlu besteler ortaya
çıkarıyor oluşu. “The Ground”u dinlemek, sanki topraktan çıkıp gelmiş,
yeryüzünün bir parçası gibi karşınızda duran Gaudi’nin Sagrada Familia’sına bakmak
gibi. Tord Gustavsen özellikle triosu ile neredeyse sessizlik üzerine kurulu tarzda
performanslar vermekte. Firmaları ECM’in de ses ve sessizlik dengesi üzerine
felsefesi bu açıdan kendileri ile çok uyumlu. Özellikle bu tür kayıtlar
konusunda uzman firma sahibi yapımcı Manfred Eicher, Tord Gustavsen ve tarzı
için biçilmiş kaftan. Tord’un piyano çalışı konusunda dinlemeyenlere durumu
aktarmak zor. Neredeyse bütün vuruşların arkasında, o kuyruklu yıldızın
kuyruğundaki hayalperest çocuk gibi beklemekte. Konuşup da karşıdaki etkilensin
diye bekleyenler gibi… Her bir nota kıymetli onun için. Çalındığı gibi de
dinlenmeli. Davulcu Vespestad’ın oldukça hızlı ve dolu ritim hattının müthiş düşük
bir ses seviyesinde gidebiliyor olması hayret verici. Bu tarz yüksek
kontrollü davulcuların temiz seslerine karşı melodik olmayan eşlikler ortaya
çıkarması tehlikesi içinde olmalarına karşın Vespestad performanslarında bu
tehlikenin oldukça uzağında. Gerek fırça kullanımıyla gerekse varla yok arası
gidip gelen “kick”leri ile adeta melodinin bir parçası.
2009’da ensemble
formatında kaydedilen “Restored, Returned” Tord Gustavsen’e ait benim
dinlediğim ilk albüm. Kadın vokalleri – özellikle Norveçli olanları- çok
önemserim. Dürüst olacağım, bu albümde Kristin Asbjørnsen özellikle “Lay
Your Sleeping Head, My Love” performansı ile beni benden aldı. Tord Gustavsen ensemble formatı ile daha
sonra 2012’de albüm çıkaracağı dörtlü formatı arasındaki asıl fark çok keskin
ve derin bir ses rengine sahip olan Kristin aslında. Davulda üçlüdeki gibi yine
Vespestad, basta Mats Eilertsen ve saksofonda Tore Brunborg çalıyor. Bu albümle
beraber hem davul hem de piyano daha kesin bir hale geliyor. Vokal etkinin tam
tersi ile sonuçlanmasını bekleriz ama sanırım Asbjørnsen'in şarkı söylemek
yerine daha çok beşinci bir enstrüman gibi parçalardaki tansiyon belirleyici
etmen olması ile ilgili olarak durum hiç de öyle değil. Saksafon eklentisi,
Tord Gustavsen’in üçlüden aklımızda kalan boşluklu müzikal dokusunun salınımı
uzun, kasvetli ve bol nefesli Tore Brunborg ile dolması demek bence. Kontrbasta
Mats Eilertsen’in oluşu davula destek niteliğinde daha “dövmeli”, tansiyonu
yüksek ve etkileyici bir bas hattı veriyor bize bu albümde. 2012’ye
geldiğimizde Tord’un dörtlüsü ile yayımladığı “The Well” ile karşılaşıyoruz.
Albümdeki dörtlü tam da Ankara’da konser verecek dörtlü. Bu sebeple ekibin
genel “sound”unu anlamak adına diğer albümler yoksa bile en azından “The Well”i
edinmenizi tavsiye ederim. Albümün genel yapısı ensemble ile olandan çok da
farklı değil aslında ancak genel duygunun biraz daha melankolik ve içe kapanık
olduğunu söylemek mümkün. Bunun yanında Tore Brunborg’un daha atak
performansları ile karşı karşıya kalıyoruz. Tord Gustavsen Quartet bu konserde
2014’te yayımlanacak albümden de çalacaklarını haber verdi bizlere. Ayrıca
sanırım “The Well” den önceki bir çok albümden de bilindik besteleri
çalacaklar.
Norveçli vokal Beate S. Lech öncülüğünde 2001 yılından beri albümler yapan grup Beady Belle (Erik Holm: Davul Marius Reksjø : Bas Gitar, Jørn Øien : Rhodes), aslına bakarsanız, festival program duyurusundan önce hakkında çok az bilgi sahibi olduğum bir ekipti. Norveçli ve İsveçli caz vokalleri çok yakından takip etmeme rağmen Beady Belle diğer bir çok ismin yanında hem arşivimde yer bulmamış hem de google arama kutucuğumda pek yer edinmemişti. Ankara Nordik Müzik festivali vesilesiyle kendileri ve müzikleri hakkında biraz fikir sahibi olma şansı yakaladım.
Beady Belle, Beate S. Lech’in grubun hala basçısı olan eşi Marius Reksjø ile çalışmaları ve Bugge Wesseltoft’un katkıları ile 2001’de ortaya çıkıyor. 2001 ve 2005 arası yapılan albümlerde elektronik katkı dikkat çekmekte. 2005’te gruba davulcu Erik Holm katıldıktan sonra çıkılan turnelerde Jammie Cullum’un dikkatini çeken ekip ününü arttırıp Cullum’un ön grubu oluyor. Beady Belle, 2008’deki Belvedere albümü ile müzik türlerini “soul” türüne kaydırdıktan sonra biraz daha dünyaya açılma şansı buluyor. Beate S. Lech, 2010’daki albüm Welding Bridge’ı eski ve yeninin sentezi olarak görüyor. Öyle görünüyor ki albüm bir çok “genre” ve tarzın etkisi altında. Beady Belle’in son albümü Cricklewood Broadway ise 2013 Ocak’ta çıkıyor piyasaya. Beate S. Lech’in albümdeki düz ve anlaşılır vokal karakteristiğini beğendiğimi söyleyebilirim. Parçalarda ritim hattı basit, sade ve vurucu seçilmiş genel olarak. Elektronik katkı yoğun. Norveç donukluğu görülmekle birlikte genel itibari ile yapılan müziğin pek Norveç Vokal Cazı kapsamında gerçekleştirilen diğer çalışmalarla ilgisi yok. Albümlerin hepsi Jazzland firmasından. Bu konseri en az Ankara dinleyicisi kadar merakla beklemekteyim.
Beady Belle, Beate S. Lech’in grubun hala basçısı olan eşi Marius Reksjø ile çalışmaları ve Bugge Wesseltoft’un katkıları ile 2001’de ortaya çıkıyor. 2001 ve 2005 arası yapılan albümlerde elektronik katkı dikkat çekmekte. 2005’te gruba davulcu Erik Holm katıldıktan sonra çıkılan turnelerde Jammie Cullum’un dikkatini çeken ekip ününü arttırıp Cullum’un ön grubu oluyor. Beady Belle, 2008’deki Belvedere albümü ile müzik türlerini “soul” türüne kaydırdıktan sonra biraz daha dünyaya açılma şansı buluyor. Beate S. Lech, 2010’daki albüm Welding Bridge’ı eski ve yeninin sentezi olarak görüyor. Öyle görünüyor ki albüm bir çok “genre” ve tarzın etkisi altında. Beady Belle’in son albümü Cricklewood Broadway ise 2013 Ocak’ta çıkıyor piyasaya. Beate S. Lech’in albümdeki düz ve anlaşılır vokal karakteristiğini beğendiğimi söyleyebilirim. Parçalarda ritim hattı basit, sade ve vurucu seçilmiş genel olarak. Elektronik katkı yoğun. Norveç donukluğu görülmekle birlikte genel itibari ile yapılan müziğin pek Norveç Vokal Cazı kapsamında gerçekleştirilen diğer çalışmalarla ilgisi yok. Albümlerin hepsi Jazzland firmasından. Bu konseri en az Ankara dinleyicisi kadar merakla beklemekteyim.
Özetle, hem iyi programını, hem uygun bilet fiyatlarını hem de Ankara’nın
kültürel geleceğine vereceği faydaları düşündüğümde, Ankara Nordik Müzik Festivali’nin, Ankara ve yakın şehirlerde
yaşayan dinleyicilerin katılımını hak ettiğini düşünüyorum. Köklü ve iyi
festivallerimize sahip çıktığımız gibi kentimizin yeni ve güzel festivallerine
de sahip çıkalım derim ben.
No comments:
Post a Comment