Friday, 25 October 2013

Ankara Nordik Müzik Festivali 2013



Ankara'nın heyecanını anlayışla karşılamak lazım. Gerek yıllardır devam eden caz festivalinin doyurucu olmaktan uzak son programları, gerek bir süredir festival dışında geçen süre zarfında yıl içerisinde doğru düzgün caz performansının olmayışı, Kuzey Avrupa'dan sofistike müzikal birlikteliklerin 2013 Ekim ayının sonunda Ankara'ya geliyor olmalarını daha heyecan verici bir hale getirdi diye düşünüyorum.

Ankara Nordik Müzik Festivali, Altus Arts and Culture tarafından 29,30 ve 31 Ekim tarihlerinde Cer Modern'de gerçekleştirilecek. Bu sene ilk; ama organizasyonun festivale ilerleyen yıllarda devam etmek istediğini biliyorum. Nordik İngilizce'deki "Nordic" karşılığından geliyor ve bu tabir kuzey ile ilgili demek. Kuzey Avrupa ile ilgili meselelerde sık sık kullanılan bu sıfat zamanla sınırları tam da belli olmayan bir müzik türünü betimler bir hale de geldi. Özellikle metal müzikle ilgilenenler Nordik Müzik dendiğinde sadece Kuzey Avrupalı ünlü metal gruplarının kastedildiğini düşünebilirler ancak Kuzey Avrupa ile ilgili hemen hemen her türlü müzik bu kapsamda yer alıyor aslında. Bu seneki festival daha çok Nordik Caz Festivali olarak tanımlanabilir; ancak gelecek senelerde organizasyondan öğrendiğime göre oldukça farklı türlerde eserler veren isimleri de festival kapsamında görmek mümkün olacak. Altus'u yakın zamanda yine Ankara'da ve Cer Modern'de düzenledikleri başarılı sayılabilecek İbrahim Maalouf ve Dhafer Youssef konserleri ile hatırlayabilirsiniz. Bu konserlere gösterilen talep oldukça yüksek ve Ankara geleceği için umut vericiydi. Takdir edersiniz ki, organizasyonların konserlere devam edebilmesi için konserlere yeterli sayıda seyirci gelmesi gerekmekte. Hem Dhafer hem de İbrahim, Türk dinleyicisine organik bağlı melodilerle her zaman talep edilen müzisyenler olmuşlardır. Nordik Müzik Festivali'nde durum biraz farklı. Kuzey Avrupa, coğrafyası, insan profili, folk müzik dokusu ve yaşam tarzı ile Türkiye'den çok ayrı bir yerde durmakta. Ama gelin görün ki, programda yer alan müzisyenler özelinde, bu müzik türü hem albüm satışlarından hem de şimdiye kadar defalarca İstanbul'da gerçekleşen konserlerden görülebileceği gibi oldukça yeterli sayıda, özel, tutarlı, bilgili ve ilgili bir dinleyici kitlesine sahip. Özellikle yakın zamanda, İKSV ve Akbank Caz'a ait festival programlarının bu topraklardan ciddi sayıda isim barındırmaya başladıklarını görebiliyoruz. Ankara'da Altus, bu işleri sanat kaygısıyla yaparak Ankara'nın kültürel dokusunu yeniden canlandırmak için elini taşın altına koymuş gibi görünüyor. Şu açıktır ki, müzik özelinde sanat, talep olanı arz etmek kuralı ile çalıştığında bir tür hizmet sektörüne dönmekte ve sanat takipçilerini popüler dünya trendleri ile baş başa bırakmakta. Sanata, sanatçıya ve sanat severe hizmet ise sofistike, kaliteli işleri talebi az olma tehlikesi içerse bile arz etmekle mümkün. Bu arz daha önceden bu tür işlere bakir bünyelerde tahmin edilemeyecek talepler yaratabilme potansiyeline her zaman sahip.

Ankara Nordik Müzik Festivali'nin programına hızlıca bakmak gerekirse; 29 Ekim'de İsveçli Lars Danielsson ve dörtlüsü,  30 Ekim'de Norveçli Tord Gustavsen ve dörtlüsü, 31 Ekim'de de yine Norveç'ten Beady Belle grubu sahne alacak. En başta söylediğim gibi sofistike müzik diyebiliriz bu festivalin ana teması olan müzik türüne. Yani basit anlatımla, güzellikleri ayrıntılarda gizli. Şimdi tam da bu sebepten gelin programın ayrıntılarına bakalım - önce tanımlamaları yapalım, sonra da müzisyenleri tanıyalım: Bir çok kriter göz önünde bulundurulduğunda belki de hiç bir ekibin yaptığına caz demek çok kolay değil aslında. Malumunuz, Avrupa köklü bir klasik müzik kültürüne sahip ki bu bir çok müzisyenin eğitiminin klasik tabanlı olduğu gerçeğini beraberinde getiriyor. Klasik eğitimin disiplinlerini tamamlayan müzisyenler genellikle doğaçlamanın büyülü dünyası ile karşılaştıklarında caz dünyasına adım atmaktalar. Cazın doğduğu topraklardan farklı olarak, Avrupalı müzisyenlerin kulakları ana akım caz ile olduğu kadar, Radiohead'den Nirvana'ya, Beatles'dan Björk'e rock ile, Bach'tan Bartok'a , Faure'den Satie'ye kadar da klasik müzik ile dolu olduğundan sonuçta gerçekten de sınırlarını belirlemekte güçlük çektiğimiz, bize "Caz nedir?" tartışmaları yaptıran bir müzik türü ortaya çıkıyor. Kuzey Avrupa Cazı'nı anlamak içinse bu tartışmaya, kuzey özelinde, basit ama derin melodilerle yoğrulmuş Kuzey Avrupa folk kültürünü de eklemek gerekiyor. Sonuç olarak bu müziği, doğaçlama temelinde hemen hemen her türlü melodik örgüden beslenebilen, lirik, enstrümanın, müzisyenler arası uyumun ve kompozisyonun nüanslarına yoğunlaşan, sese olduğu kadar sessizliğe de önem veren ve cazın "swing"ini üstü örtülü olarak işleyen bir müzik türü olarak tanımlayabileceğimizi düşünüyorum.

Bir Kuzey Avrupa Cazı düşkünü olarak açıkçası “müzisyenlere gelince” dediğimde heyecanlanıyorum:


29 Ekim’de kontrbasta Lars Danielsson’u, piyanoda Yaron Herman’ı, gitarda John Parricelli’yi, davulda ise Robert Mehmet Sinan İkiz’i dinleyeceğiz. Lars Danielsson’u İsveçlilerin caz dünyasına kazandırdığı en değerli isimler arasında rahatlıkla sayabiliriz. Şimdilerde Avrupa’nın en melodik kontrbas sanatçısı olarak gördüğüm Lars Danielsson, 1980’lerden beri hem Amerikalı hem de Avrupalı çok önemli müzisyenlerle çalmakta ve albüm yapmakta. Charles Lloyd, Jack DeJohnette, John Scofield, Mike Stern bunlardan sadece bazıları. Melodik oluşunu aynı zamanda çok iyi bir viyolonsel sanatçısı olmasına bağlamak mümkün. Uzun süreden beri Avrupa’nın önemli müzik firmalarından biri olan Alman ACT’in en bilindik yüzlerinden biri. Sadece müzisyeni demiyorum; çünkü Lars Danielsson, bu firma dahilinde yapımcılık işleri de gerçekleştiriyor. ACT’den önce de ciddi sayıda albümde çalan Lars’ın diskografisini ve “line-up”ında bulunduğu albümleri burada alt alta yazmak bile koca bir sayfayı doldurur. Ankara’daki konser de en son ACT albümü Liberetto temalı olacağından ben sizlere kısa kısa ACT albümlerinden bahsetmek istiyorum. Lars Danielsson 2004 yılında Libera Me ile başlıyor ACT albümlerine. Daha çok orkestral jazz diye tanımlanabilecek bir albüm Libera Me. Bazı beste ve performansların dinleyiciyi kesinlikle bir oda orkestrası albümünde hissettireceğini söylemek mümkün. Albüm ismini de Fransız besteci Gabriel Faure’nin ünlü eserinden almakta. Özellikle albümün adını taşıyan parçada Lars lirik tarzını tüm etkileyiciliği ile ortaya koyuyor. Bu albümün kadrosunda kimler yok ki: Jon Christensen, David Liebman, Nils Peter Molvaer… Albümde Danimarkalı vokal Caecilie Norby’nin de müthiş bir vokal performansı var. 2005 yılında gelen Melange Bleu albümü bir öncekinden oldukça farklı. Piyano’da Bugge Wesseltoft’u ve gitarda Eivind Aarset’i gördüğümüz albüm yoğun bir elektronik doku üzerine kurulu. Lars Danielsson’un 2006 yılında İsveçlilerin bir diğer önemli caz müzisyeni ve ACT yapımcısı trombonist Nils Landgren ve vibrafonist Christopher Dell ile beraber doldurduğu Salzau Music On The Water ise Salzau Müzik Festivali’nde tamami ile açık havada Salzau Saray Havuzu üzerinde kaydedilmiş. Oldukça meditatif ve pastoral bir albüm.

2007 yılında gelen Tarantella ve 2009 yılında yayımlanan Pasodoble sanırım Lars Danielsson’un ününün gerçek manada hem Avrupa’ya hem de dünyaya yayılmasına sebep olan albüm. Özellikle Tarantella’daki Polonyalı müthiş piyanist Leszek Mozdzer’in dokunuşu, Amerikalı genç davulcu Eric Harland’ın organik ritim dokusu ve İngiliz fusion gitarist John Parricelli’nin katkısı Lars’a uluslararası bir albüm kazandırdı diye düşünüyorum. Pasodoble ile ise Lars Danielsson sanırım kendisine en yakın piyanisti bulduğunu düşünerek Leszek Mozdzer ile birlikte dinleyicilerine Avrupa Cazı’nın en sıkı duo albümlerinden birini sunmuş oldu. Pasodoble Lars’ın konsere gelinmeden önce kesinlikle dinlenmesi gereken albümü. Duo bir kayıt bana göre müzisyenlerin bütün performanslarını ortaya koyduğu tam bir meydan okuma. Müzisyenin neyi, nasıl, ne kadar farklı çaldığını ve bir diğer müzisyeni nasıl dinlediğini en rahat duo albümlerde görebilirsiniz. Lars’ın bütün bu bahsettiğim albümlerinde dinlediğiniz muhteşem melodilerin bir çoğunu kendi başına bestelediğini veya düzenlediğini düşünürseniz kendisinin aynı zamanda nasıl önemli bir besteci olduğunu da fark etmiş olursunuz. Lars’ın Leszek Mozdzer ve Zohar Fresco ile başka bir firmadan The Time adlı bir albüme sahip olduğunu ve yakın zamanda bu albümün devamı niteliğinde olan Polska’nın ise ACT’den yayımlanacağını hatırlatmak isterim. Lars Danielsson’un Ulf Wakenius, Iiro Rantala, Wolfgang Haffner, Youn Sun Nah ve Caecilie Norby gibi diğer ACT müzisyenleri ile canlı performanslar verdiğini ve albüm doldurduğunu da söylemem gerekiyor. Özellikle dinleme şansı bulduğum Ulf Wakenius ile olan duo konserlerinde hem ikilinin muhteşem uyumu hem de Lars’ın efekt ve loop katkılı solo performansı hala aklımdan çıkmaz. 


2012’ye geldiğimizde Lars’ın en son albümü Liberetto’yu görüyoruz. Bu albümün en kritik karakterlerinin başında Tigran Hamasyan geliyor. Caz ve etnik müzik kültürünü müthiş bir teknik kapasiteyle bir araya getiren bu genç yetenek yaptığı her işle caz dinleyicilerinin dikkatini çekmekte. Albümde davulda, piyanisti 5 sene önce aramızdan ayrılan efsane üçlü Esbjörn Svensson Trio’nun davulcusu Magnus Öström var. Magnus, 2012 yılında ECHO tarafından Avrupa’nın en iyi davulcusu seçilmişti. Tarantella’daki üflemeli katkısı Mathias Eick iken Liberetto’da Arve Henriksen karşımıza çıkmakta. Lars dünyanın bir çok farklı yerinde Liberetto albümü için konserler verdi. 2012 yazında İstanbul’da (piyanoda Yaron Herman’ın olduğu) verilen unutulmaz Liberetto konseri de bunlardan biriydi. Bu sene bu konseri Ankaralılar da dinleyecek. Konsere gelmeden Liberetto’yu dinlemenizde fayda var yani. 



Ankara'da da piyanoda Fransızların en yetenekli caz piyanistlerinden Yaron Herman bulunacak. Yaron Herman da Lars gibi bir ACT müzisyeni. Kendisini hem E.S.T. Symphony projesinde hem de kendi dörtlüsü ile dinleme fırsatı yakalamıştım. Yaron’u “Follow The White Rabbit” ve “Alter Ego” adlı ACT albümlerinden olduğu kadar, “Muse” ve “Variations” albümlerinden de dinlemek ve öğrenmek gerekli. 

Gitarda albümdeki gibi John Parricelli olacak. John Parricelli dışarıdan bakıldığında “neden onun yerine bununla çalışmamış ki” dedirtecek kadar ekipte çalması ilk aklınıza gelmeyecek bir fusion gitaristi. Ama Lars’ın inanılmaz müzikal bilgisi, çevresi ve çeşitliliği sonucu bizlerden daha çok bildiği ve bu müzisyenle de inanılmaz iyi bir uyum yakaladığı ortada. 
Davul’da Magnus’u izleyemeyeceksek olsak da, İsveç’te yaşayan ve bana göre en önemli davulcularımızdan biri olan Robert Mehmet Sinan İkiz’i Ankara’da dinlemek de büyük şans. Mehmet İsveç’te hem kendi kayıt şirketine sahip, hem Jacob Karlzon 3’ün davulcusu hem de Nils Landgren Funk Unit’in üyesi. Mehmet’i bu iki ekiple de dinledim. Teknik kapasitesi, çaldığı ekiplerdeki müzisyenler ile olan uyumu dikkat çekici. Kendisine ait “Checkin In” adlı bir albümü mevcut. Lars Danielsson’un bu üç müzisyenle vereceği konser ile ilgili beklentilerim çok yüksek.










30 Ekim’de Tord Gustavsen Quartet adı altında piyanoda Tord Gustavsen’i, davulda Jarle Vespestad’ı, basta Mats Eilertsen’i ve saksofonda Tore Brunborg’ı dinleyeceğiz. Tord Gustavsen Norveç’in en iyi piyanistlerinden. Trio, quartet ve ensemble formatlarında olduğu kadar vokal sanatçıları ile de albümlere sahip. Tord Gustavsen, Avrupa’nın başka bir önemli müzik firması olan ECM’in en önemli müzisyenlerinden. ECM firması ile olan hikayesi 2003 yılında triosu ile çıkardığı “Changing Places” albümü ile başlıyor. Sonraki yıllarda yapacaklarını ortaya koyan, sessizliklerin üzerine kurulu ve ayrıntılarla kaplı naif bir albüm “Changing Places”. Basçı Harald Johnsen ve davulcu Jarle Vespestad’tan oluşan üçlüsü ile yaptıkları 2004 yılındaki “The Ground” ve 2007’deki “Being There” de bu paralellikte albümler. Albümlerindeki bütün bestelerin sahibi olan Tord Gustavsen’in bence bu üç albümden rahatlıkla anlaşılabilecek özelliği üstünüze sürprizlerle gelmeyen, organizmanızla neredeyse yapısal olarak uyumlu besteler ortaya çıkarıyor oluşu. “The Ground”u dinlemek, sanki topraktan çıkıp gelmiş, yeryüzünün bir parçası gibi karşınızda duran Gaudi’nin Sagrada Familia’sına bakmak gibi. Tord Gustavsen özellikle triosu ile neredeyse sessizlik üzerine kurulu tarzda performanslar vermekte. Firmaları ECM’in de ses ve sessizlik dengesi üzerine felsefesi bu açıdan kendileri ile çok uyumlu. Özellikle bu tür kayıtlar konusunda uzman firma sahibi yapımcı Manfred Eicher, Tord Gustavsen ve tarzı için biçilmiş kaftan. Tord’un piyano çalışı konusunda dinlemeyenlere durumu aktarmak zor. Neredeyse bütün vuruşların arkasında, o kuyruklu yıldızın kuyruğundaki hayalperest çocuk gibi beklemekte. Konuşup da karşıdaki etkilensin diye bekleyenler gibi… Her bir nota kıymetli onun için. Çalındığı gibi de dinlenmeli. Davulcu Vespestad’ın oldukça hızlı ve dolu ritim hattının müthiş düşük bir ses seviyesinde gidebiliyor olması hayret verici. Bu tarz yüksek kontrollü davulcuların temiz seslerine karşı melodik olmayan eşlikler ortaya çıkarması tehlikesi içinde olmalarına karşın Vespestad performanslarında bu tehlikenin oldukça uzağında. Gerek fırça kullanımıyla gerekse varla yok arası gidip gelen “kick”leri ile adeta melodinin bir parçası. 

2009’da ensemble formatında kaydedilen “Restored, Returned” Tord Gustavsen’e ait benim dinlediğim ilk albüm. Kadın vokalleri – özellikle Norveçli olanları- çok önemserim. Dürüst olacağım, bu albümde Kristin Asbjørnsen özellikle “Lay Your Sleeping Head, My Love” performansı ile beni benden aldı.  Tord Gustavsen ensemble formatı ile daha sonra 2012’de albüm çıkaracağı dörtlü formatı arasındaki asıl fark çok keskin ve derin bir ses rengine sahip olan Kristin aslında. Davulda üçlüdeki gibi yine Vespestad, basta Mats Eilertsen ve saksofonda Tore Brunborg çalıyor. Bu albümle beraber hem davul hem de piyano daha kesin bir hale geliyor. Vokal etkinin tam tersi ile sonuçlanmasını bekleriz ama sanırım Asbjørnsen'in şarkı söylemek yerine daha çok beşinci bir enstrüman gibi parçalardaki tansiyon belirleyici etmen olması ile ilgili olarak durum hiç de öyle değil. Saksafon eklentisi, Tord Gustavsen’in üçlüden aklımızda kalan boşluklu müzikal dokusunun salınımı uzun, kasvetli ve bol nefesli Tore Brunborg ile dolması demek bence. Kontrbasta Mats Eilertsen’in oluşu davula destek niteliğinde daha “dövmeli”, tansiyonu yüksek ve etkileyici bir bas hattı veriyor bize bu albümde. 2012’ye geldiğimizde Tord’un dörtlüsü ile yayımladığı “The Well” ile karşılaşıyoruz. Albümdeki dörtlü tam da Ankara’da konser verecek dörtlü. Bu sebeple ekibin genel “sound”unu anlamak adına diğer albümler yoksa bile en azından “The Well”i edinmenizi tavsiye ederim. Albümün genel yapısı ensemble ile olandan çok da farklı değil aslında ancak genel duygunun biraz daha melankolik ve içe kapanık olduğunu söylemek mümkün. Bunun yanında Tore Brunborg’un daha atak performansları ile karşı karşıya kalıyoruz. Tord Gustavsen Quartet bu konserde 2014’te yayımlanacak albümden de çalacaklarını haber verdi bizlere. Ayrıca sanırım “The Well” den önceki bir çok albümden de bilindik besteleri çalacaklar.




Norveçli vokal Beate S. Lech öncülüğünde 2001 yılından beri albümler yapan grup Beady Belle (Erik Holm: Davul Marius Reksjø : Bas Gitar, Jørn Øien : Rhodes), aslına bakarsanız, festival program duyurusundan önce hakkında çok az bilgi sahibi olduğum bir ekipti. Norveçli ve İsveçli caz vokalleri çok yakından takip etmeme rağmen Beady Belle diğer bir çok ismin yanında hem arşivimde yer bulmamış hem de google arama kutucuğumda pek yer edinmemişti. Ankara Nordik Müzik festivali vesilesiyle kendileri ve müzikleri hakkında biraz fikir sahibi olma şansı yakaladım. 

Beady Belle, Beate S. Lech’in grubun hala basçısı olan eşi Marius Reksjø ile çalışmaları ve Bugge Wesseltoft’un katkıları ile 2001’de ortaya çıkıyor. 2001 ve 2005 arası yapılan albümlerde elektronik katkı dikkat çekmekte. 2005’te gruba davulcu Erik Holm katıldıktan sonra çıkılan turnelerde Jammie Cullum’un dikkatini çeken ekip ününü arttırıp Cullum’un ön grubu oluyor. Beady Belle, 2008’deki Belvedere albümü ile müzik türlerini “soul” türüne kaydırdıktan sonra biraz daha dünyaya açılma şansı buluyor. Beate S. Lech, 2010’daki albüm Welding Bridge’ı eski ve yeninin sentezi olarak görüyor. Öyle görünüyor ki albüm bir çok “genre” ve tarzın etkisi altında. Beady Belle’in son albümü Cricklewood Broadway ise 2013 Ocak’ta çıkıyor piyasaya. Beate S. Lech’in albümdeki düz ve anlaşılır vokal karakteristiğini beğendiğimi söyleyebilirim. Parçalarda ritim hattı basit, sade ve vurucu seçilmiş genel olarak. Elektronik katkı yoğun. Norveç donukluğu görülmekle birlikte genel itibari ile yapılan müziğin pek Norveç Vokal Cazı kapsamında gerçekleştirilen diğer çalışmalarla ilgisi yok. Albümlerin hepsi Jazzland firmasından. Bu konseri en az Ankara dinleyicisi kadar merakla beklemekteyim.

Özetle, hem iyi programını, hem uygun bilet fiyatlarını hem de Ankara’nın kültürel geleceğine vereceği faydaları düşündüğümde, Ankara Nordik Müzik Festivali’nin, Ankara ve yakın şehirlerde yaşayan dinleyicilerin katılımını hak ettiğini düşünüyorum. Köklü ve iyi festivallerimize sahip çıktığımız gibi kentimizin yeni ve güzel festivallerine de sahip çıkalım derim ben.  

No comments:

Post a Comment