1993'te başlayan ve 2008'e kadar devam eden aktif Esbjörn
Svensson Trio periyodu boyunca melankoliyi, tekniği, çalışkanlığı,
mütevaziliği, uyumu ve dostluğu bir araya getirip sese ve müziğe dönüştüren üç
güzel insanı tanıdı caz dünyası. Caz dünyası dediğime bakmayın; her şehre, her
türden müzik dinleyen bünyeye aktı, bu hissiyatı yüksek İsveçli müzisyenlerin
progresif rock, caz ve klasik müzik etkisi altındaki özgün besteleri ve
performansları. Efsunu, sihri biz E.S.T. fanlarınca bir türlü
çözülemeyen özgün yaratımın en saf ürünleri besteler, ruhların doğaçlamanın
tedavi edici ellerine terk edildiği tansiyon delisi canlı performanslar ve her
şey bittiğinde neyi nereye koyacağını bilemeyen çocuk saflığında yüzünüze bakan
sizden bizden insanlar...
Bütün bunlar Esbjörn Svensson'un 2008
yılındaki zamansız ölümü ile birlikte aniden durdu. Dinleyiciler ilahi bir
duvara çarpmış gibi sarsıldılar. Cazın akışını değiştirmeye doğru koşan insan
nasıl olurdu da 44 yaşında bir dalgıç kazasında ölüverirdi. Ama ölmüştü işte.
Yapacak bir şey yoktu. Tıpkı üçlünün kendilerini topyekün doğaçlamaya emanet
ederek albüm kayıtları yaptıkları ilk dönemin sonlarına denk gelen 2002 Strange
Place for Snow albümündeki Behind The Yashmak parçasının devamlı
yükselen tansiyonunun şarkının bir anda bitivermesi ile sona ermesi gibi, her
şey en tepedeyken, daha da iyiye giderken bir anda bitmişti. Dinleyiciler,
Esbjörn'ün ölümünden önce Sydney 301 stüdyolarında kaydedilmiş ve masterı
bitmiş Leucocyte albümünü bir vasiyeti dinler gibi dinlediklerinde, eserin sıradışılığıyla bu büyük kaybın acısını daha da derinden hissederek
yaşadılar. Devam eden süre zarfında da bir çok yeni hayran, onları kimi
zaman ağlayarak, kimi zaman da evdeki en sert içkiyi önlerine çekerek
dinlemeye devam etti. 2012 yılında sürpriz 301 albümü 9 saatlik Sydney
kayıtlarından geri kalanlar olarak piyasaya çıktığında yine heyecanla geçtik CD
ve plakçalar başına.
Bütün bu yukarıda anlattıklarım olurken E.S.T.'yi E.S.T. yapan
davulcu Magnus Öström ve basçı Dan Berglund ne yapıyorlardı diye
soran olursa şunları anlatabilirim: Bir kere ilk yıllar çok zor geçti. Bir anda
düşülen duygusal boşluk ve çöküntü, hemen ardından gelen bir nevi iş kaybı,
bakılması gereken aileler ve sürdürülmek zorunda olan bir hayat... Hem iyimser
hem de kötümser bir laftır aslında: "Hayat devam ediyor." Etti de.
Önce Dan Berglund, Tonbruket adındaki grubu ile 2010 yılında, sonrasında
da Magnus Öström, ekibiyle 2011 yılında kendi albümlerini yapmaya ve yine ACT
firmasından yayımlamaya başladılar. İlk albümlerin kaybı ve acıyı taşıyan
albümler olduğunu söylemek mümkün. İsimlerinden açıkça anlaşılabilecek iki ağıt
çıktı bu albümlerden: Song for E Dan'dan, Ballad for E Magnus'dan
geldi. Magnus Öström'ün ilk albümü Thread of Life'da bu parça, Esbjörn
Svensson Trio ile daha önce sahneyi paylaşan ünlü gitarist Pat Metheny
ve eski dost Dan Berglund eşliğinde çalındı. Magnus Öström'ün albümünün daha
yoğun bir hüzün dokusuna sahip olduğunu söyleyebiliriz.
E.S.T hatırası bu iki
grup İstanbul için çok özeldi. O kadar özeldi ki, Esbjörn ve
arkadaşlarının o soğuk Kuzey Avrupa kışlarından birinde jakuzi keyfinden sonra,
içeride gezinirken kendilerini bir anda karın ortasında bulmalarından sonra albümlerinden
birine koydukları Strange Place for Snow adı dönüp gelip İKSV Caz
Festivali'nin her sene Caz İçin Tuhaf Bir Yer konseptinde
organizasyonlar yapmasına bile sebep oldu. Bu organizasyonlara her iki grup da
katıldı. Tonbruket 2011 ve 2013'te iki albüm daha yayımladı. Dan Berglund ve
ekibi yakın zaman önce Ane Brun'un konserinde çalmak ve Nubium
Swimtrip adındaki kendi son albümlerinden parçalar da icra etmek üzere yine
İKSV Salon'daydı. Magnus Öström ise 2011 albümünde yer alan ekipte
piyano tarafında küçük bir değişiklik yaparak 2013'te son albüm Searching
for Jupiter'i yayımladı. 2012 yılında Magnus Öström ekibi ile Sabancı
Müzesi'nin bahçesinde ilk albüm Thread of Life'ı çaldı. İkiliyi bir arada
gördüğümüz proje 2013 yılında E.S.T. Symphony olarak karşımıza çıktı ve
ikili şehirler özelinde değişen line-uplarla Hans Ek'in düzenlemelerini
orkestra eşliğinde çaldı. İstanbul da onlar için özeldi. Projenin
Stockholm'deki dünya prömiyerinin hemen ardından gelinen ilk şehir yine
festival kapsamında İstanbul oldu. Ekip Rotterdam'daki sıkı konserden sadece üç
gün önce İstanbul'da da muhteşem bir konsere imza attı.
Şimdiye kadar okuduğunuz bütün bu bahislere vesile olan sıradaki
İstanbul konseri ise yeni albüm Searching for Jupiter turu
kapsamında Magnus Öström, Daniel Karlsson, Andreas
Hourdakis ve Thobias Gabrielsson tarafından 18 Ocak'ta İKSV Salon'da gerçekleştirilecek.
Magnus Öström'ün ilk albümdeki ağır melankoliyi yeni albümde bir
kenara bıraktığını söylemek biraz zor. Çocukluk arkadaşını ve müzikal manada
var olmasının sebeplerinden birini yitirmenin verdiği acıyla ortaya çıkan Thread
of Life, Magnus Öström'ün hem gideceği yön, hem de E.S.T.'deki yeri
hakkında bize biraz fikir vermişti. Trio'nun albümlerini dinlediğimde hissettiğim
Magnus'un o progresif tarzı, zaman zaman icrasına dahil ettiği rock ritimleri,
fusion eğilimi ve üçlünün genel olarak tansiyon ayarlarında aldığı rol ilk
albümde gördüğüm ipuçlarından bazılarıydı. Özellikle bu albümün başlangıcı ile
2008 Leucocyte'de Magnus Öström'ün tahmin ettiğimden de fazla rol aldığını
anlamıştım. Yeni albüm Searching for Jupiter ismiyle müstesna biraz daha
umut dolu bir albüm olmakla birlikte melankoliyi, fusion etkisini ve progresif
akışı yine içinde barındıran bir albüm. Albümün adı bir yerde bir arayışı
simgeliyor. Anlamını, sebebini bilemese de hayatın ona yaşattıklarını anlamak
için hala bir arayışta Magnus. Arayış belki de onu ayakta tutuyor. Jupiter
Roma'lılarda bütün tanrıların kralı. Magnus her şeyin sebebi olanı bulamayacağını
bilse de aramak istiyor belki de. Şiirle ilgili olduğunu bildiğim davulcumuz,
işte bütün bu acıyı ve arayışı artistik bir bakışla ve bir şair inceliğinde çok
sıkı bir albüme dönüştürmüş bence.
Albüm adında ve yapısında Pink Floyd'un Dark Side of The
Moon eserini bulunduran ilk parçasıyla progresif stilini gözler önüne
seriyor: The Moon (And The Air It Moves). Bu parçayla birlikte
E.S.T.'nin başarısının arkasında saat keskinliğindeki Magnus Öström
vuruşlarının çok önemli bir rol oynadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak
şunu da belirtmekte fayda var; ilk parçayla birlikte her ne kadar ilk albüme
göre daha melodik bir albüm dinlemeye başlamış olsak da genel olarak üçlünün
melodi departmanından sorumlu olduğunu düşündüğüm Esbjörn'ün yokluğunda beste
anlamında hem Magnus'un hem de Dan'ın sizi hemen yakalayan ve uzun süre
bırakmayan E.S.T. melodilerine pek yaklaşamadıklarını görüyoruz. Tabii bunda
Esbjörn'ün üçlünün rock ve progresif stili içerisinde ekibi devamlı caz
tarafına çeken ağdalı olmaktan uzak büyülü dokunuşlarının eksikliğinin de
etkisi var.
İkinci parça Dancing at Dutchthread ile birlikte ilk
albümden alışkın olduğumuz şarkıdan şarkıya ani duygu değişiklikleri ile
karşı karşıya kalıyoruz. Bu parçada ciddi bir özgünlük seziyorum. Bu özgünlük
Magnus Öström'ün E.S.T.'nin davulcusu olmaktan çok kendi grubunun lideri olan
ECHO ödüllü bir müzisyen olarak kendi sesini yakalaması ile ilgili.
Mary Jane Doesn't Live Here Anymore, örümcek
adam ve sevgilisi metaforu ve yumuşacık melankolisi ile aramızdan zamansız
ayrılan Esbjörn'ü hatırlatıyor bizlere tekrar. Evet, Mary Jane
artık burada yaşamıyor ama mutlu. Örümcek adam artık hayatına kaldığı yerden
devam edebilir.
Albümle aynı adı taşıyan parça son derece agresif ve gizemli bir başlangıç
ile dokunuyor algılayıcılarımıza. Searching For Jupiter, Magnus Öström'ün kendi özgün yolunda ilerlediğini gösteren bir diğer eser bence. Magnus'un inanılmaz hızlı hi-hat vuruşları
ile biten ilk bölüm sanki büyük bir güce karşı koyuyor gibi. Andreas
Hourdakis'in etkileyici gitar solosu ile o yüce güce boyun eğildiğini ve
barış sağlandığını hissediyorum. Şarkının ana temasına dönen son bölümden hemen
önce Rage Against The Machine çağrışımları yapan ritimler kulağımıza
çalınıyor. Tabii bu parçada soramadan duramıyoruz tekrar: Magnus Öström'ün kaç
kolu ve ayağı var?
Alacakaranlık kuşağı girişini andıran Hour Of The Wolf
yalnızlık ve korku duyguları içerisinde. Parçadaki gizemli hava birbiri üstüne
binen reverbler ile sağlanmış.
Through The Sun, albümdeki umut
adalarından birisi. Piyano ve gitar ile taşınan ana tema neredeyse pastoral.
Size çok tuhaf gelebilir; ama bir süre davul dışındaki bütün enstrümanları
silin: Evet, Magnus Öström davuluyla neredeyse melodiyi çalıyor.
Eğlencenin ve hüznün bir arada gezdiği Happy And The Fall'da piyanist Daniel Karlsson çok dikkat çekici bir performans sunuyor. Jules and Jim's Last Voyage parçası ismini Franz Hessel'in Jules and Jim kitabından ve aynı isimli filmden almış gibi. Gitarist Andreas Hourdakis'in havada asılı kalan minörleri ve basçı Thobias Gabrielsson'un kaderi andıran derin bas vuruşları bu psychedelic parçanın dikkat çekici unsurları.
Eğlencenin ve hüznün bir arada gezdiği Happy And The Fall'da piyanist Daniel Karlsson çok dikkat çekici bir performans sunuyor. Jules and Jim's Last Voyage parçası ismini Franz Hessel'in Jules and Jim kitabından ve aynı isimli filmden almış gibi. Gitarist Andreas Hourdakis'in havada asılı kalan minörleri ve basçı Thobias Gabrielsson'un kaderi andıran derin bas vuruşları bu psychedelic parçanın dikkat çekici unsurları.
Son parça adıyla ve bestesiyle beni 5 yıl öncesine götürmekte.
Leucocyte albümünün, Ab Initio, Ad Interim(1 dakikalık boş kayıt),
Ad Mortem ve Ad Infinitum
(Doğum, Yaşam, Ölüm ve Sonsuzluk) dörtlemesiyle gelen sonunun bir devamı gibi
görüyorum bu parçayı. "Hayat Devam Ediyor"u hatırlıyoruz yine.
Evet hayat devam ediyor. Magnus Öström arayışı sırasında kim bilir
daha ne albümler yapacak. Gelin hep birlikte bu güzel albümü Magnus Öström ve
arkadaşlarından dinlemeye 18 Ocak'ta İKSV Salon'a gidelim.
No comments:
Post a Comment